|
|
|
|
|
 |
|
 |
|
“Ethem Dede Ethem Dede, gömleği keten Dede, eğer kaybettiğim aşkımı bulursam üç göbek atam Dede.” |
|
 |
Kar taneleri gökyüzünden döne döne inmenin keyfini çıkarırken, ben, bir Aralık akşamında, solgun sokak lambasının aydınlatmakla aydınlatmamak arasında karar veremediği, yüksek duvarların geçit vermez darlığındaki sokakta yürümenin keyfine varamıyordum. Basılmamış karların ayaklarımın altında ezilirken çıkardığı gıcırtılara eşlik eden birkaç köpek uluması dışında gecenin harmonisine katkıda bulunan başka bir ses yoktu.
Doğuya giden ilk trenin son yataklı kompartımanından inip yıllar önce terk ettiğim köy yollarında kendimi bulmam sadece onsekiz saatimi almıştı. Bir zamanlar pancar tarlalarında koşuşturduğum günlerden eser kalmamış, köyün her santimetrekaresine taşlı topraklı kerpiç kokulu evler kondurulmuştu. Hafızamın derinliklerine gizlediğim köy meydanı ve çeşme arasındaki ulu çınarın beyaz gölgesi de olmasa dedemin evini bulmam mümkün olmayacaktı. Dar sokakta yürürken evlerde yanan ışıklarda hala sabah üç treninin izlerini görebiliyordum. Ben de bir “saat üç treni” çocuğuydum. Her şey köyden tren yolunun geçmesiyle başlamıştı. Gecenin bir köründe istasyona gelen tren hareket etmeden önce üç kez düdük çalardı ve bu düdük, uyuyan kimi köy ahalisini uyandırırdı. Sabah gün ağarmaya yakın uyumakla uyumamak arasında gidip gelenler bazen de başka gidip gelmeler yaşardı. Sabah üç treniyle ilki biyolojik olmak üzere ikinci kez köye geliyordum.
“Ölüm beklemez” Telefon görüşmemizde bana söylediği son şey bu olmuştu. Oysa ben ona “dede aşkımı kaybettim canım çok sıkkın demiştim” Dedemle sohbet etmek mükemmel bir deneyimdir, yılların tecrübesini her seferinde küçük hikayeciklerle size anlatır, Ezop’un masallarına taş çıkartan lezzetteki hikayelerin sonunda hep size yol gösterecek bir sonuca uzanırdınız. Yine dedemin yol göstermesiyle okumaya İstanbul’a yollanmış onun deyimiyle adam olmuş hatta bir baltaya sap bile olmuştum. Dedemler üç erkek kardeş üç kız kardeş ile evlenince işin içinden çıkılmaz akraba ilişkileri girdapları oluşmuştu. Yine de dedem en büyükleri olunca sözü dinlenir en yaşlı ünvanını ve aile hakimiyetini elinde tutuyordu.
Kapıya önce üç kez sonra bir süre bekleyip iki kez daha vurdum. Bu bizim yıllar önceden koyulmuş bir şifremizdi, ben üçüncü çocuğunun ikinci torunuydum. Bu şifrenin sadece bana ait olduğunu düşünürken, doğum sırasına göre tüm torunların bir kapı şifresinin olduğunu öğrenmek beni hayal kırıklına uğratmıştı. Dedemin şifresi ise tek vuruştu, elindeki bastonunun çıkardığı ses onun geldiğinin habercisi olurdu.
Kapının gıcırtıları arasından süzülen ışık, evdeki kalabalığın gölgesinden ancak kaçacak yol bulabiliyordu. Buram buram kokan irmik helvasının kokusu, göz pınarlarımdan akan yaşlar, ve içeri girdiğimde bana dönen yüzler. Yaşam denen tiyatronun dedem için sahnelenmiş oyunun son perdesini kaçırmıştım işte.
Sana bir not bıraktı dediler. Özenle katlanmış küçük kağıtta, aslında kaybettiklerinin seni gördüğünü ama senin onları göremediğinden bahsediyordu, notun sonunda “yine de kaybettiğini bulmak için aşağıdaki tekerlemeyi söyle, Ethem Dede’ne güven” yazıyor ve tekerlemenin, kaybettiğim aşkıma uyarlanmış haliyle bitiyordu.
“Ethem Dede Ethem Dede, gömleği keten Dede, eğer kaybettiğim aşkımı bulursam üç göbek atam Dede.”
Binlerce göbek atmayı vadettim Ethem Dede’ye ama benim dedem geri gelmedi. Kaybettiğim birçok şey için Ethem Dede tekerlemesini söyledim ve birçoğunu nerede nasıl kaybettiğimi hatırladım. Vadettiğim göbekleri atarken hem Ethem dede’ye hem de kendi dedemi anıyorum şimdi. |
 |
|
 |
|
 |
|
|
|
|
|
|
|
|