aSaßiyiZ  
 
  DiniBilgileR2 15.03.2025 17:33
   
 
 
 
 

Peygamberliğin gelişinden on yıl sonra, 50 yaşındayken eşi Hz. Hatice’yi kaybeden peygamberimiz (asm.) kendisine hem ev işleri ve çocuklarının bakımında yardımcı olacak, hem de İslâm’a davet faaliyetlerinde destek olacak eşlere ihtiyacı vardı. Bunun için bir yandan yaşlı ve dul bir kadın olan Sevde’yi, öte yandan da en yakın arkadaşı olan Hz. Ebubekir’ in kızı Hz.Ayşe’yi istetti.

Hz. Peygamberin bu isteği, vahyin başlangıcından 10 yıl sonradır. Hz. Ayşe vahiy başlangıcından beş altı yıl önce doğmuştur. Dolayısıyla Hz. Ayşe’nin peygamberimizle evlendiği yaşın 17-18 olduğu ortaya çıkar.

Bu konu, daha detaylı bir şekilde Mevlana Şibli’ nin “Asr-ı saadet” kitabında geçer. (İst. 1928. 2/ 997)

Hz. Ayşe’nin evlendiği zaman yaşının büyük olduğunu, ablası Esma’nın biyografisinden kesin olarak anlıyoruz. Eski biyografi kitapları Esma’dan bahsederken diyorlar ki: “Esma 100 yaşındayken, hicretin 73. Yılında vefat etmiştir. Hicret vaktinde 27 yaşındaydı. Hz. Ayşe ablasından 10 yaş küçük olduğuna göre, onun da hicrette tam 17 yaşında olması icap eder. Ayrıca Hz. Ayşe, Hz. Peygamber’den önce Cübeyr’le nişanlanmıştı. Demek evlenecek çağda bir kızdı.” (Hatemü’l enbiya Hz. Muhammed ve hayatı, Ali Himmet Berki, Osman Keskioğlu, s. 210)

4
Tem

Risalet ve velâyet nedir?

   Yazan: erhan   Kategori Sahabeler

Risalet, Allah’tan bir tavzif (görevlendirme), velâyet ise Allah’a bir yükseliştir. Yani, Allah bazı insanları, insanlara resul olarak göndermiştir. Bu bir görevlendirmedir. “Allah kime risalet görevini vereceğini en iyi bilendir” (En’am Sûresi, 124) ayetinin hükmünce, kim buna ehilse, görevlendirilir. İlk insan Hz. Âdem, aynı zamanda ilk peygamberdir. “Her ümmet için bir resul vardır” (Yunus Sûresi, 47) ayetinin belirttiği gibi, her kavme peygamber gönderilmiştir. Hz. Muhammed (asm.), son peygamberdir (Ahzab Sûresi, 40). Risaleti bütün insanlığa şümullüdür.
Risalet, Peygamberimizle noktalanmıştır. Fakat velayet devam etmektedir. Risalet ve velayet, birbirine karışmayan iki deniz gibidir. Hiçbir veli nebi mertebesine ulaşamaz.
Velayet, risaletin bir delilidir. Risaletin tebliğ ettiği iman hakikatlarını velayet bir nevi kalbî müşahede ve ruhanî zevk ile, aynelyakîn derecesinde görür, tasdîk eder. (1)

Risalete mucize verilmiştir, velayete de kerâmet. Keramet, Allah’ın veli kullarında meydana gelen harikulade hallerdir. Mesela, gönüllerden geçeni bilmek, bast-ı zaman ve tayy-ı mekan gibi.
Velayet için illa keramet şart değildir. Bütün evliyalardan daha üst mertebede yer alan sahabelerde kerametin fazla görülmemiş olması, bunu ispat eder. Asr ı saadeti anlatan kitaplarda zikredilen kerametlerin sayısı, üç-beş tanedir. Bunlardan en meşhuru, Hz. Ömer’in hilafeti döneminde Medine’de bir gün hutbede iken “Ya Sariye! Dağa, dağa!” diye bağırmasıdır. Sariye, Hz. Ömer’in komutanıdır. O esnada İran’da Mecusilere karşı savaşmaktadır. Hz. Ömer’in sesini duyar. Ordunun sırtını dağa yaslar ve galip gelir. (2)

Kerametten daha mühimi, istikamettir. “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!” (Hud Sûresi, 112) ayeti, istikameti emreder. Tarîkattan gaye keramet değil, istikamet olmalıdır. Çünkü, “Bu dünya, daru’l- hikmettir, daru’l-hizmettir. Daru’l ücret ve mükafat değildir.” (3)

Allah’ın veli kulları her devirde olmuşlardır ve kıyamete kadar da olmaya devam edeceklerdir. Veli, görüldüğünde Allah hatıra gelen kimsedir. (4) Böyle insanlar, “Dikkat edin! Allah’ın evliyası için ne bir korku vardır. Ne de onlar üzülürler” (Yunus Sûresi, 62) ayetinin mazharıdırlar. İç alemleri çalkantılardan uzaktır. Huzur ve itminana ermişlerdir. İç âlemlerindeki nuraniyet, dışlarına da aksetmiştir. Onları görmek, insana huzur verir, mukaddes şeyleri hatırlatır.

Veliler rahmetin celbine, belaların def’ine vesiledirler. Birer manevi cazibe alanına sahiptirler. Ordudaki subaylardaki rütbeler misali, onların da rütbeleri vardır. İnd-i İlahide makbul insanlar olduklarından, onlara düşmanlık edenler, semâvi afetlere maruz kalırlar.

4
Tem

KURU EKMEK ve TUZ

   Yazan: erhan   Kategori Sahabeler

……Malik bin Dinar hazretleri hasta yatağında yatmaktadır..Hastalığı oldukça ağırdır.Dostları onu ziyarete geliyorlardı.Onu ziyarette gelenler gördükleri manzara karşısında şaşkınlıklarını gizleyemiyorlardı.Kumlara gömülmüş bir yaygının üzerinde yatıyordu.Başının altına da bir kaç parça eski giyecek ve bır de sepet koymuştu. O gün ziyaretçiler arasında Selam bin Miskin de vardı.Malik bin Dinar sepetin içinden bir kaç parça ekmek parçası çıkardı,ekmekleri yanında bulunan su kabının içine attı.Biraz zaman sonra su kabının içine attığı ekmekleri çıkardı,Selam bin Miskin:
-Şu duvarda asılı duran torbayı bana ver.
Duvarda asılıbulunan torbayı ona verdiler.Torbadan tuz çıkardı,bir yandan ıslanmış ekmek ,diğer yanda tuz.
Malik bin Dinar:
-buyrun yemeğe.
Selam bin Miskin:
-Şu anda yiyecek durumda değilim ,karnım tok.
Malik bin Dinar:
-Yazık! Hem de çok yazık, demek ki sende tatlı suya kananlardansın.Tuzlu su size göre değil.

4
Tem

ateşin içinde parlayan pırlanta gibi yürek

   Yazan: erhan   Kategori Sahabeler

atesin icinde parlayan bir pirlanta gibi yürek…

Yüzü simsiyahtı. Ama kendisi boyamamıştı ki! Kaldı ki, kalbi bembeyazdı. Buna rağmen onu basite alanlar vardı. Dedi ki:

� Ya ResûlAllah (c.c.), yüzümün siyahlığı cennete girmeme mani midir?

� Asla!

� O halde beni niçin insanlar hor görüyorlar, kimse bana niçin kızını vermiyor?

� Amir bin Veheb�in evine git ve �Resûlullah selamı var, kerimeni bana nikahlamanı emretti� de.

Siyah yüzlü genç hemen adrestedir. Kızın yanında babaya selamı aynen tebliğ eder ve teklifi de açıkça anlatır.

Baba kızgın, hemen reddeder. Ancak, teklifi dinleyen kızcağız babasını ikaz eder:

� Babacığım, vahiy gelir de sonra seni mahcup eder. Ne biliyorsun bu olayı Rabbimin emretmediğini? Efendimiz (sav)�in o emri tebliğ buyurmadığını? Hemen git, Resûlullah�tan özür dile ve beni o gence nikâhla. Resûlullah�ın uygun bulduğunu ben de uygun bulurum.

Kızının ikazıyla mescide koşan baba özür diler:

� Söylediğinin doğru olup olmadığını bilmiyordum. Demek ki doğruymuş. Kızımı verdim. Şu anda nikahlısıdır.

Efendimizin gence emri:

� Git, evini hazırla, aile oturacak şekilde döşe.

� Benim ev döşeyecek tek dirhemim bile yok!..

� Öyle ise Ali�ye, Osman�a, Abdurrahman bin Avf�a git. Onlar sana ikişer yüz dirhem versinler.

Uçarcasına gider. Onların her biri, emredilenden fazla yardımda bulunurlar ve sıra çarşının yolunu tutmaya gelmiştir. Bir ev hazırlamak için gerekli para elde mevcut. Hele zevcesi, ümidinin de üstünde bir azizedir âdeta…

Çarşı yolunda hızla giderken kulağına bir ses gelir. Önce anlayamaz, duraklar ve nefesi kesilircesine dinler. Evet, evet yanlış anlamamıştır, doğrudur. Ses herkese ilan etmektedir:

� Ey kendini Allah (c.c.)�a asker bilen Müslümanlar!

Derhal atınıza binin, cihada yönelin. Ordu mescidin dışında beklemektedir. Siz böyle gün için varsınız dünyada! Düşman ani baskın yapacak!

Şimdi ne olacak?.. Cihada mı gitsin, evlenmeye mi?.. Yönünü hemen değiştirir, demirciler çarşısına gider. İlk işi bir kılıç, sonra bir zırh, daha sonra da bir at almak olur. Elindeki paranın hepsini de harcamıştır. Ama cihad için lazım olan silahını da tamamlamıştır…

Sıçradığı atının üzerinde kuş gibi uçar, bekleyen orduya toz duman içinde karışır.

� Bu genç, herhalde Bahreyn�den gelen biridir, derler. Ancak onun siyahlığını fark eden Resûlullah Aleyhisselam:

� Sen Saad mısın? buyurur.

� Evet, deyince de dua eder:

� Ceddine saadetler!..

Kumlu çöllerden geçilir, tozlu yollardan gidilir ve nihayet düşmanla müthiş bir savaş başlar… Herkes cesaretle ileri atılır. Ama içlerinden biri herkesten de cesaretle atılır; saldırdığı tarafın adamlarını sağa sola püskürtür. Neden sonra meydan sakinleşir, düşman kaçmış, müşrikler yok olmuşlardır. Şehitler tespit edilirken, bir ses:

� Allah (c.c.)ü Ekber! Evlenmek üzere olan Saad da şehit!

Efendimiz onun cesedi başına gelir, mahzun şekilde bakar:

� Seni Havz-ı Kevserimin başında bekleyeceğim!

Bir hayret nidası daha:

� Allah (c.c.)ü Ekber!

Sonra döner, oradakilere hitap eder:

� Kılıcını, mızrağını ve atını alın, kendisini gönüllü olarak isteyen kızcağıza verin. Babasına da deyin ki:

� Kızını vermekte tereddüt ettiğin siyah yüzlü gence Allah (c.c.)ü Teâla cennet hurilerini lâyık gördü!

Ve hayret nidaları birbirini takip eder: � Allah (c.

4
Tem

Allah’ı(c.c) anmak

   Yazan: erhan   Kategori Sahabeler

Ebu Hureyre’nin (r.a.) haber verdiğine göre:
Allah Resulü (a.s.) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz Aziz ve Celil Allah şöyle buyurur: Ben kulumun beni zannettiği gibiyim. Kulum beni anarken ben muhakkak onunla beraber bulunurum. Eğer o beni gönlünde gizlice zikrederse, ben de onu gönlümde zikrederim. Eğer o beni bir cemaat içinde zikrederse, ben de onu o cemaatten daha hayırlı bir cemaat içinde zikrederim. Kulum bana bir karış yaklaşırsa, ben ona bir arşın yaklaşırım. Kulum bana bir arşın yaklaşırsa, ben ona bir kulaç yaklaşırım. o bana yürüyerek gelirse, ben ona koşarak varırım.”

4
Tem

İkrime’nin Yermuk Gazvesi’ndeki İmtihanı

   Yazan: erhan   Kategori Sahabeler

İkrime, Yermuk gazvesine katılmıştır. Hiç kimsenin tabi tutulmadığı bir imtihanla karşı karşıyaydı. O gün İkrime şöyle diyordu: “Kim benimle ölüm üzere biatleşecektir? Kim benimle ölüm üzere biatleşecektir?” İkrime, amcasının oğlu Halid bin Velid’in çadırının önünde durur ve çağrısını aynen tekrarlar; “Kim benimle ölüm üzere biatleşecek?” Bu çağrıyı işiten amcasının oğlu Halid bin Velid -bunlar Mahzûmî oğullarından amca çocuklarıdır-İkrime bin Amr’a şöyle der: “Ey İkrime! Senin ölümün müslümanları çok etkiler.” Fakat İkrime çağrısını yenilemektedir: “Kim benimle ölüm üzere biatleşecektir?” Müslümanlar ona: “Ey İkrime! kendine merhamet et!” derler. İkrime ise, tek başına müşrik saflarının en yoğun olduğu kısımlara dalmakta, birçok müşrikleri yaralarken kendisi de yaralar almaktadır. “Ey İkrime kendine merhamet et” nidasına: “Ben Rasulullah’a karşı yapılan savaşlarda çok şiddetliydim. Şimdi Rasulullah’ın düşmanlarına karşı yapılan savaşta şiddetli olmayayım mı?” diye cevap veriyordu. Ve Yermuk günü İkrime şehid oldu. Subhanallah… Subhanallah… Allah Resulü (sav)’in şu hadisi ne büyük bir müjdedir. “Sizden biriniz Cehennem ehlinin amelini işler, öyle ki kendisiyle Cehennem arasında bir adımlık mesafe kalır. Allah’ın ilmi onun üzerine hak olur ve Cennet ehlinin amelini yapmaya başlar ve Cennet’e girer.” İşte İkrime böyle olmuştu. Aynı şekilde Kab İbn Zuheyr bin Ebi Sülma’da Rasulullah (sav)’e gelerek huzurunda tevbe etmiş ve müslüman olmuştu. Müşrikler, ya tevbe ediyor ya öldürülüyor ya da Arap Yarımadası’ndan çıkıyorlardı.

4
Tem

Onlar Gibi Olmak Için

   Yazan: erhan   Kategori Sahabeler

nter]

4
Tem

Bu Ayağım Niçin Kesildi ?

   Yazan: erhan   Kategori Sahabeler

BEDİR’İN İLK ŞEHİDİ NE DİYOR ?

” Bu ayağım niçin kesildi?
Vücudumdaki bu yaralar neden açıldı?
Allah’ın Resûlüne ve Onun
tebliğ ettiği hükümlere
inandığımdan değil mi?
İslâm dâvâsı için, bir değil,
bin Ubeyde fedâ olsun.”

“BEDİR muharebesinde Afra hanımın oğullarınınyedisi de hazır bulunmuştu. Bunlar yaşlarının küçüklüğüne, vücudlarının zâfiyetine bakmadan meydana atılmak, müşriklere ilk mukabeleyi yapmak suretiylecihadı başlatmak şerefini kazanmak istiyorlardı. Nitekim Avf ile Muaz ve Ensar’dan Abdullah bin RevahaMekke müşriklerine, karşı ortaya çıkıverdiler. FakatMüşriklerin Reisi Utbe o kadar mağrur ve mütekeb-birdi (kibirli) ki:

“- Yâ Muhammed! Bunlar bizim topuğumuza bile çıkmayan küçük oyun çocuklarıdır. Bunları
karşımıza almayı zillet sayarız. Bize ashabının işe yarayanlarından adam çıkar” diyerek, genç mücahidleri küçümseyip kendilerini dağlar kadar büyük ve kuvvetli görüyorlardı. Onların bu derece gururlanması üzerine Resül-i Ekrem Hazretleri:

«- Kalk yâ Ubeyde! Kalk yâ Hamza! Kalk yâ Ali!.,» buyurdular.

Bedir kuyusu başındaki düz bir kumlukta karşı karşıya elleri kılıçlarının kabzasında bekleşen bu iki ordu’nun ilk hamlecileri, o zamanın âdeti üzere büyük bir çarpışmayı böyle başlatıyorlardı. Her iki taraf da kimisi okunu, kimisi yayını, kimisi de kılıcının kabzasını kavramış, namludan çıkmak üzere olan kurşun gibi beklemekteydiler. İlk hücum başlamıştı.

Henüz çok genç olmakla beraber İmam-ı Ali, meydanda mağrur mağrur dolaşan hasmı Velid’i bir darbede yere serdi. Bu sırada Hazret-i Hamza da karşısındaki hasmını haklamış, ilk karşılaşmada mütekebbir Şeybe’yi sıcak kumların üzerine yuvarlamıştı. Ne
var ki Ubeyde yaşlı bir zat olduğundan karşısındaki Utbe’yî aynı şekilde yere serememiş, her ikisi de birbirinde derin yaralar açtıkları halde, henüz netice alamamıştı. Mağrur hasımlarını haklamış olan Hamza’yla İmam-ı Ali, derhal Ubeyde’nin imdadına yetiştiler ve “Bedir sizin sonunuz olacaktır” diyen Utbe’nin leşini de yere sererek ilk hamleyi zaferle neticelendirdiler.

Lâkin Ubeyde’nin de (R.A.) kılınç darbesine maruz kalmayan tarafı kalmamıştı; hatta, bir
ayağı bile kesilmişti. Bir kan seli içinde Resulüllah’ın huzuruna gelen bu büyük insanın ilk sözü şu oldu :

“- Yâ Resûlallah! Ben bu yaralarla ölürsem, o bahsettiğiniz “Din yolunda mücadele ederken vefat eden” şehidlerden sayılır mıyım?» Mübarek gözlerinden pırlanta gibi akan yaşlarla, kan revan içinde Ubeyde’yi seyreden Resulullah, onun bu hâlinde bile hâlâ hafızasının ne ulvi (yüce) duygularla meşgûl olduğunu, kuvvetli imânının ona hâlâ âhiretini düşündürdüğünü memnuniyetle müşahede ettikten sonra:

“- Evet, ya Ubeyde, dedi. Sen bu yara ile ölünce şehid olacaksın. Hem de makamı Cennet-i âlâdaki en güzel makamlardan Firdevs Cenneti olacaktır.” Bu müjde Ubeyde’yi o kadar sevindirdi ki, bir anbütün ıztıraplarını unutarak ayağa kalktı ve imân kuvvetinin verdiği ruhî bir haz ve neş’e içinde şöyle konuştu:

“- Bu ayağım ne için kesildi? Vücudumdaki bu yaralar neden açıldı? Allah’ın Resûlüne ve onun tebliğ ettiği hükümlere inandığımdan değil mi? O halde o, benim şehid olacağımı
müjdeliyor, öyle ise imân dâvâsı uğruna ayağım kesildiği, vücudum parçalandığı için asla müteessir (üzgün) değilim! İslâm dâvâsı için, bir değil bin Ubeyde fedâ olsun…”

Bu sözlerden sonra daha fâzla ayakta duramayarak yere yıkılan Ubeyde, Medine’ye götürülürken çok kan kaybettiğinden, arzuladığı şehadet rütbesine yolda kavuştu…

İşte Bedir zaferi, imanların bu türlü fedakârlıkları ile gerçekleşti; çölün ortasından fışkıran bu ilâhi nur, dünyanın her tarafına kısa zamanda, böyle kahramanların canlarını seve seve feda
etmeleri ile yayıldı.”

4
Tem

İftira..

   Yazan: erhan   Kategori Sahabeler

Iftiranın en ağırı namus üzerine atılan iftiradır. Bunu, Hz. Âîşe ile ilgili olarak ‘Ifk’* olayında görmekteyiz Olay özet olarak şöyle cereyan etmiştir: Hz. Peygamber ashab-ı kirâmla sefere çıkarken, kura ile belirlenen bir eşini de beraberinde götürürdü. Bu usulle, Mustalıkoğulları Gazâsına da Hz. Âîşe katılmıştı. Konaklama yerinde, devenin üzerindeki gölgelikten (mahfel) tuvalet ihtiyacı için çıkan Âîşe (r.anhâ) , dönüşünde gerdanlığını düşürdüğünü farketmiş, aramak için yeniden çıkmıştır. Bu sırada ordu yola çıkmış, Hz. Âîşe, devenin üzerindeki gölgeliğin içinde zannedilmiştir. Dönüşte unutulduğunu anlayan Hz. Âîşe, orada beklemiş, ordunun arka gözcüsü Safvân b. Muattal O’nu devesine bindirerek yolda orduya yetiştirmişti.

Münâfıkların reisi Abdullah b. Ubey ve arkadaşları bunu fırsat bilerek Hz. Âîşe’ye zina iftirasında (ifk) bulundular. Bir aydan fazla bir süreyle bu dedikodu Medîne’de dolaştı. Hz. Peygamber ve Âîşe validemizin yakınları bu olaya çok üzüldü.

Daha sonra Hz. Âîşe Nûr sûresindeki şu ayetlerle temize çıkardı:

‘O uydurma haberi getirip iftira (ifk) atanlar, içinizden bir topluluktur. Onu kendiniz için bir ser sanmayın, bilakis o, sizin için hayırdır. Iftirada bulunanlardan her birinin kazandığı günaha göre cezası vardır. Onlardan günahın en büyüğünü yüklenene de büyük bir azap vardır.’

‘Iftirayı işittiğiniz zaman, mümin erkeklerin ve mümin kadınların, kendiliklerinden hüsn-ü zanda bulunup da: ‘Bu apaçık bir iftiradır’ demeleri gerekmez miydi? ‘

‘Bir de dört şahit getirmeleri gerekmez miydi? Madem ki, bu şahitleri getiremediler, o halde onlar, Allah nezdinde, yalancıların da kendileridir’

‘Eğer Allah’ın lütuf ve merhameti, dünyada ve ahirette üzerinizde olmasaydı, yaydığınız fitne yüzünden, size mutlaka büyük bir azap dokunurdu.’

‘Siz o iftirayı dilinize dolamıştınız. Hakkında hiçbir bilgiye sahip olmadığınız şeyi ağzınızla söylüyor ve onu önemsiz birşey sanıyordunuz. Halbuki bu, Allah nezdinde büyük bir günahtır ‘

‘O asılsız sözü duyduğunuz zaman: ‘Bunu konuşmak bize yakışmaz. Haşa! Bu büyük bir iftiradır’ demeniz gerekmez miydi? ‘ (en-Nûr, 24/1116) .

Hz. Peygamber inen bu ayetleri tebliğ ettikten sonra; ‘Ya Âîşe, Allah’a hamd et. Allah seni, iftiracıların isnadından kesin olarak berî kıldı’ buyurdu. Bunun üzerine Âîşe (r.anhâ) nin annesi: ‘Kızım, kalk da Resulullah (s.a.s) ‘a teşekkür et’ deyince, Hz. Âîşe; ‘Hayır kalkmam ve yalnız Allah’a hamdederim’ diye cevap verdi (bk. Buhârî, Tefsîru Sûre, 24/6, Meğâzi, 12, 32, 34, Şehâdet, 2, 15, Eymân, 13, 18, I’tisâm, 28, Tevhîd, 35, 52; Müslim, Tevbe, 56; Ebû Dâvud, Salât, 122; Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 194, 195, 197; Kamil Miras, Tecrîd-i Sarîh Tercemesi ve Şerhi, Ankara 1984, VIII, 73-97) .

Iftira eden kimse, bununla amacına ulaşamaz ve sonunda dünyevî ve uhrevî bakımdan kendisi zararlı çıkar. Nebî (s.a.s) ‘Iftira eden kimse zarara uğramıştır’ (Ahmed b. Hanbel, I, 91) buyurur.

Iffetli bir kadına zina isnadında bulunup da bunu dört erkek şahitle ispat edemeyen bir kimse kazıf cezasına çarptırılır. Bunlara ceza olarak seksen değnek vurulur ve bundan sonra şahitliklerine güvenilmez (bk. en-Nûr, 24/4; ‘kazf’ mad.) . Zina isnadında bulunan kimse kadının kocası olur ve dört şahitle bunu ispat edemezse ‘mulâane’ yoluna başvurulur (bk.en-Nûr, 24/6-9; ‘Liân’ mad.) .

4
Tem

Asri saadet

   Yazan: erhan   Kategori Sahabeler

 

Bindörtyüz yıl sonra bugün bizler mü’minler olarak yaşıyor isek, o gün o zor şartlarda sıdkın, mertliğin, ahde vefanın, sorumluluk duygusunun, ihlasın zirvesini bulmuş o güzel insanların tartışmasız bir hissesi var. Peki ya bizler, bu ‘teğet geçen,’ ‘iki tarafı da idare eden,’ ‘risk almayan,’ ‘ahde vefasız’ hayatlarımızla, bu söylem-eylem tutarsızlığımızla ne yapıyoruz?
Onlar bir döneme damgasını vuran insanlar. Allah onlardan razı geldiğini dile getirmiştir mukaddes kitapta. Allah rasulu hepsini birer yıldıza benzetmiş ve hangisine uyarsak kurtulacağımızı bizlere vasiyet etmiştir. Peygamberden daha doğru sözlü olan mı varda bizler onlara tutulmuyoruz? Bizler bu temiz insanların bize taşımış oldukları saflığının farkına ne zaman varacak ve ne zaman “Ümmet” olmanın şuurunu idrak edeceğiz…
Çalışma ve Gayret bizden, Tevfik Allah’tan…

 

XML-Sitemap dini bilgiler msn nickleri sporda bugün transfer haberleri ilahi dinle vizyondaki filmler oyunlar teknoloji ssk sgk

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Bugün 57 ziyaretçi (99 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol